Senin Bölüm 4 Yıllık Mı ?
Bir de "senin bölüm neydi ?" ve "bitirince ne iş yapacan sen ?" soruları vardı. sürekli aynı cevapları vermekten bıktım ama onlar aynı soruları sormaktan bıkmadılar. Azminizi tebrik ediyorum.



Aslında “konulu” başka bir taslağım vardı hazırladığım. Ama gelin görün ki; evdeki bilgisayarıma kaydettim ben onu. Hafızaya atmamanın sıkıntısını çekiyorum şuan, evet. (yazar burda “geziyorum tozuyorum, oh canıma değsin!” demek istemiş. Hava atıyor aklınca, şapşal!)
Otobüsle Samsun'dan Ankara'ya maaile yola çıktığımızda, araçta bebek yahut çocuk sesi işitmemem beni öyle mesut etmişti ki... “Tanrım, bu bir rüya olmalı!” diye sayıklıyordum. Önümdeki kişisel televizyondan Karayip Korsanları'nı izleyecek, sıkıldığımda müzik dinleyecek, Facebook'tan yer bildirimi yapacak, kafamı arasıra cama dayayıp sarsılacak, boyun ağrılarıma rağmen belki birazcık uyuyabilecektim. Böylesi masumdu planlarım...
Ama... (lanet olası “ama” sözcüğü. Hep hikayenin akışını mahveder bu.) saat üç buçuk gibi Çorum'da verilen moladan sonra, arka koltukta oturan iki gencin olay yerinde tanışıp kırk yıllık dostlarmışcasına bir muhabbete başlamaları... işte bu hiç aklımda yoktu.
Ki onlar, yol boyunca hiç susmadılar... laf lafı nasıl açarmış, ben işte bunu o gece gördüm.
Fakat, o arka koltuktaki elemanların sicil kayıtlarına kadar tüm bilgilerini öğrenmiştim. Olur olmaz platformlarda bu olayı yazabilir, onları afişe edebilirdim... (kötü kadın kahkahalarını duyar gibiyim adeta.)
Eve gelip, bir parça uyuduktan sonra, tüm boşvermişliğimle uzun bir “amaaağn!” dedim.
Oturduğum koltuktan yavaşça kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Artık yapılacak tek şey; bir adet “limonlu soda” içip, olan biteni unutmaktı.
***
p.s.: görsel için, beni asla yarı yolda bırakmayan Hazreti Google'a teşekkürlerimi bir borç bilirim efendim.

Günlerdir yatağımın üzeri bunlarla dolu olduğundan yerde deniz yatağında yatıyorum. Tembelhayvan olduğumdan dolayı ne götüreceğim şeylerin tamamını yatağın üzerinde toplayabildim ne de yatağın üzerinde bulunan götüreceğim eşyanın yarısını teşkil eden kalabalık grubu bir valize yerleştirebildim. Yine ne öteye ne beri ulan. Hadi tüm eşyayı yatakta toplayabilsem yine gam yemeyeceğim. O yarım eşyayı valize, sırt çantasına vesaire doldurup yatağa yatsam da amenna ama yok yapamıyorum. Bi basiretsizlik bi tutukluk var yahu...


16 bilemedin 17 gün sonra göçüyorum bu memleketten, artık uzaklardan bildirecek muhabiriniz. Hayat ne kadar garip lan?! Bundan iki yıl önce, 2009 yılının başında Uykusuz Dergi'den çıkan komikli şakalı karikatürlü takvimimle "Eylül'de seni Ankara'daki Hacettepe'deki yurdumun dolabına asıcam" falan diye muhabbet ediyordum, olmadı. Çok üzüldüm, depresyona girdim. Hayatım çok boktan ulan derken şimdi 2011 takvimiyle "Seni İskandinavya'nın en güzide yerlerindeki bir dolaba asıcam lan, mutlu musun?" diye muhabbet ediyorum. Nerden nereye, kim bilebilirdi ki kaderin bana böyle bir oyun oynayacağını...

O değil de, ne yazıcaktım ben? Dağıldı biraz kafam...
Heh, tatil fotoğrafları... iyice ayar olmaya başladım bak. Tamam, benim şu anki psikolojimle doğrudan alakası olabilir, kabul. Ama zırt pırt "profil resmi" güncellemek de nedir allasen? Ben görmesem de sen sokuyosun gözüme onu... olan var olmayan var yani, haksız mıyım a dostlar?
Diyeceğim o ki; bırakın size kalsın tatil anılarınız. Zaten maksimum bir ay sonra silinir giderler profilinizden... Günah annem, yapmayın.
İmza: oturduğu yerden ahkam kesmeye bayılan Facebook kullanıcısı, içinizden biri.
