Saat üç dört beş... bana farkeder hacı!
Şarkı sözlerinden imalar yapıyorum ikidir. Dikkatinizi çekmiştir.
Aslında “konulu” başka bir taslağım vardı hazırladığım. Ama gelin görün ki; evdeki bilgisayarıma kaydettim ben onu. Hafızaya atmamanın sıkıntısını çekiyorum şuan, evet. (yazar burda “geziyorum tozuyorum, oh canıma değsin!” demek istemiş. Hava atıyor aklınca, şapşal!)
Otobüsle Samsun'dan Ankara'ya maaile yola çıktığımızda, araçta bebek yahut çocuk sesi işitmemem beni öyle mesut etmişti ki... “Tanrım, bu bir rüya olmalı!” diye sayıklıyordum. Önümdeki kişisel televizyondan Karayip Korsanları'nı izleyecek, sıkıldığımda müzik dinleyecek, Facebook'tan yer bildirimi yapacak, kafamı arasıra cama dayayıp sarsılacak, boyun ağrılarıma rağmen belki birazcık uyuyabilecektim. Böylesi masumdu planlarım...
Ama... (lanet olası “ama” sözcüğü. Hep hikayenin akışını mahveder bu.) saat üç buçuk gibi Çorum'da verilen moladan sonra, arka koltukta oturan iki gencin olay yerinde tanışıp kırk yıllık dostlarmışcasına bir muhabbete başlamaları... işte bu hiç aklımda yoktu.
Ki onlar, yol boyunca hiç susmadılar... laf lafı nasıl açarmış, ben işte bunu o gece gördüm.
AŞTİ'de indiğimizde; sinirli, yorgun ve haliyle uykusuzdum yine.
Fakat, o arka koltuktaki elemanların sicil kayıtlarına kadar tüm bilgilerini öğrenmiştim. Olur olmaz platformlarda bu olayı yazabilir, onları afişe edebilirdim... (kötü kadın kahkahalarını duyar gibiyim adeta.)
Eve gelip, bir parça uyuduktan sonra, tüm boşvermişliğimle uzun bir “amaaağn!” dedim.
Oturduğum koltuktan yavaşça kalkıp mutfağa doğru ilerledim. Artık yapılacak tek şey; bir adet “limonlu soda” içip, olan biteni unutmaktı.
***
p.s.: görsel için, beni asla yarı yolda bırakmayan Hazreti Google'a teşekkürlerimi bir borç bilirim efendim.
Paylaş :









