p1

Geçen yine eylemdeyim.


Hem de pijamalarımla. Bilgisayarım kucağımda oturuyorum yatağımın üstünde. Kahve de yaptım kendime. Öyle muhalif görünüyorum ki dışarıdan bakınca, anlatamam.

Harçlarla ilgili mevzuyu internetten öğrendim. Alttan-üstten karışık ders alan bir kimse olunca moralim bir başka bozuldu. En son “internette sansür” uygulamasında böyle olmuştum. Gerçi onda daha fazla tepkiliydim, şimdi düşününce.

Derken Facebook'tan etkinlik daveti aldım. Size de gelmiştir benzeri davetler eminim. Elli beş bin üç yüz altmış iki (55.362) kişi katılacağını bildirmiş üniversite harçlarıyla ilgili etkinliğe. İnanılmaz bir sayı! Normalde bu kadar insanı ancak hayran sayfalarında bulursunuz. Yetmiş bin küsür kişi de henüz yanıtlamamış... Hayretler içinde inceliyorum ilgili sayfayı. Fotoğraflar, duvar yazıları, yorumlar... Evet, burda gerçekten epey kişi var.
“Katılıyorum” butonuna tıklayacak gibi oluyorum bi ara. Sonra birkaç dakika daha düşünmek istiyorum. “Gel sesimizi duyuralım, eylem yapalım!” dese içlerinden biri neler olur acaba diye soruyorum kendime. Kendime yahu, size değil. Cevabını az çok bildiğim bir soru aslında. Siz de tahmin edersiniz.

Ne demek istediğimi anlamış olmalısınız.

p.s.: sayı güncel olmayabilir, malum...

Read more
p1

Bu Blog İçin!


Bugün arşiv niteliğinde bir belge oluşturayım dedim. Size bu blog'un nasıl ortaya çıktığını “ilahi bakış açısı” ile anlatayım; ister misiniz?
Cevabınız “evet” ise okumaya gönül rahatlığıyla devam edebilirsiniz....
Ama “hayır” cevabına da hazırlıklıyım, onu da düşündüm. Sadece birazcık beklemeniz gerekecek.
---

Başlangıçta her şey gaz ve toz bulutuydu... Yok, tamam. O kadar geri gitmeyelim.
Herbiri birbirinden “cool” üç insan kaderin bir oyunu olarak bir araya geldiler. Bir masanın etrafına oturup “sütlü kahve, ice tea şeftali ve limonlu soda” söylediler. O zamanlar limonlu soda'nın böylesi bir anlamı yoktu tabi...


Bir gün içlerinden biri; “blog mu açsak hacılar?” diye sordu. Bu fikir aynı anda gözlerinin parlamasını sağlamıştı.


Aradan günler, haftalar geçti. Bu üç genç fazlasıyla “üretim sancısı” çekiyordu. “Nasıl yapsak? Adını ne koysak? İçerik nasıl olsa?” gibi çokça soruyla boğuştular. Geceli gündüzlü toplantılar yaptılar.


2011 Temmuz ayında iyice hissedilen yüksek sıcaklık ve nem, onları soğuk bir şeyler içmeye sürüklüyordu. Evde, yolda, sokakta limonlu soda ile serinliyor, rahatlıyorlardı. Limonlu soda, limonlu soda... Evreka! Blog'un adını bulmuşlardı.
Hemen Facebook ve Twitter'da birer sayfa açtılar. Bu işler böyle yürüyordu ve bu ekip bunun farkındaydı.


Tahmin ettiğinizden daha sık “toplantı” yapıyorlardı. Şekillendirmeye başladıkları bu alan onlara sımsıcak bir ev, yuva olacaktı. Gönüllerince yazıp çizecek, limonlu soda ferahlığını siteye yansıtacaklardı.


Uygun temayı bulduklarında hepsinin yüzü gülüyordu.
Foo hemen işe koyuldu. Gizemli kod dünyasına hakim olması onu güçlü kılıyordu. Tembelhayvan görsellik konusuna yoğunlaştı. Slider'ı adam etmek onun işiydi, ve bunu başaracağından kimsenin şüphesi yoktu. Beriki o sıralarda “adamsınız, aslansınız, kaplansınız...” şeklinde gaz veriyordu. Öyle bakmayın, gaz da önemlidir yani.


Derken, bir gece vakti halka arz ettiler limonlu sodayı.
Yorgun, mutlu ve gururluydular...
---

Teşbihi, mübalağası bol; türlü türlü edebi sanatların kendine yer bulduğu bir hikayeydi bu da böyle.
Nihayetinde gökten üç elma düştü. Ama biz onları yemeyip, limonlu soda içmeye devam ettik.


He, “hayır” cevabı verenler... Tamam, dağılabilirsiniz.

dipnot 1: fotoğrafı da kendi ellerimle çektim yani, herkes bilsin.
dipnot 2: çokça ürünün reklamı yaptım, farkındayım.

Read more
p1

Götü boklu medeniyet


Hej från Sverige! | İsveç'ten merhaba!

Geleli iki haftayı geçti, artık bir yazı yazmanın vakti gelmiştir diye düşünüyorum ama yazıya nasıl gireceğimi bilememekle birlikte bir yerden girmem gerektiğini biliyorum.

En baştan başlayalım, Türkiye'den kalkan uçağımız Kopenhag'a indi ondan sonra iki saat valiz gelmedi, bekle babam bekle derken Växjö'ye giden treni kaçırdık. İyi ki tren biletimizi internetten almamışız. Sözde 25 yıldır ilk defa böyle bir bagaj gecikmesi yaşanıyormuş, medeniyetine sıçtığım... Bu arada numara alıp yarım saat sıra bekledikten sonra burası doğru sıra değil siz şuradaki sıraya girin denilen ve o ikinci sırada da on dakika beklediğimiz danışma ofisi de medeniyette bir yer kabul ediliyor. Bu arada Pegasus'la birlikte Vodafone'un da ebesini çok güzel andım Danimarka'ya inince. Telefonu iki kere roaming'e açtırmama rağmen çalışmıyor arkadaş, ne Danimarka'da ne de İsveç'te. Her neyse tam iki saat sonra 32 kg valiz, 15 kg backpack 8 kilo da bilgisayar çantasıyla toplamda 55 kg bagajımla atladık trene. Atladık atlamasına ama bu sefer trenden inenler küfrediyor önce biz inseydik de siz binseydiniz gibi mırıldanıyor. Medeniyetine sıçtıklarım yükümü görmüyor musunuz ben bunlarla treni kaçırsam nasıl gidicem götler, siz inemeseniz bi durak sonra inersiniz geri dönen trene binersiniz lan niye atar yapıyosunuz kitapsızlar dedim. Bunları ingilizce söyleyince biraz daha yalın oluyor tabi. Her neyse Växjö'ye gelince bizi bir güzel karşıladılar ki günün tüm cenabetliğini unutturdu bize. Transporter'lar vızır vızır milletin eşyasını falan alıp okula götürüyordu, biz de atladık birine K binasına getirdiler bizi ve hoşgeldiniz toplantısı yaptılar. Bir sürü doküman verdiler okunmalık, okulun haritası yurdun anahtarı falan derken toplantı bitti bu sefer yurtlara taşıdılar bizi. Odama geldim, valizleri açtım, dolaplara yerleştirdim herşeyi ayarladım artık, insani ihtiyaçlara sıra geldi, dur lan buranın suyuna iyi dedilerdi bi su içem bakam dedim musluktan ki bildiğin membaa suyu gibi gayet iyiydi. Güzel dedim en azından suyu bedavaya getirebileceğiz. Sonra tuvalete girdim ve amaaaaan tanroooooooaaaaaaaıııııım! diyerek tepkimi dile getirdim. Taharet musluğu yok lan dedim ilk olarak. Sonrasında bunun sadece benim problemim olmadığını, tüm binanın, tüm kampüsün, tüm şehrin, tüm ülkenin problemi olduğunu ama aslında onların problemi olmadığını idrak edecektim ve hemen akabinde aklıma gelen cümle "Vay be, götü boklu medeniyet resmen burası!" olacaktı...


Read more